Bu makale, DOK Mimarlık Dergisi’nin bu sayısında yer alan makalenin bağımsız versiyonudur. Derginin tamamına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz:
Dikte etmek için tasarladığımızda, tasarımın ruhunu kaybederiz.
Bir sorunu çözme dürtüsünü.
Her tasarım seçimi aynı zamanda bir yönergedir.
Kapılar bize nereye gireceğimizi söyler,
Banklar bize ne kadar kalacağımızı söyler,
Sokaklar bize nerede yürüyeceğimizi söyler.
Ancak rehberlik ne zaman kontrol haline gelir?
Kullanıcı için katı bir kural haline gelmesini nasıl önleriz?
Bu sorular bir tasarımın nasıl algılandığını derinden şekillendirir.

Tasarımın gücünün farkına varmalıyız.
İnsanların nerede
oturacağına,
uyuyacağına,
duş alacağına
ve yaşayacağına
biz karar veririz.
Bu sadece bizim ne elde etmek istediğimizle ya da kullanıcının ne istediğiyle ilgili olmamalıdır.
Mükemmel tasarım, ihtiyaçları görür ve söz konusu koşullarda neyin mümkün olup neyin olmadığını tespit eder.
Dikte etmemelidir. Yönlendirmeli ve hizalamalıdır.
Bir odanın yatak odasına dönüşmesinin ne tek bir yolu ne de sonsuz olasılığı olmalıdır.
Titizlik ve sınırsızlık arasındaki orta nokta, işlevsel bir tasarımın tatlı noktasıdır.
Haussmann’ın Paris’i isyanları önlemek için bulvarları kullandı.
Bentham’ın Panoptikonu gözetimi mimariye dönüştürdü.
Bu örnekler, mimarlığın amacına ilişkin cevaplanmamış soruyu tekrar tartışmaya açıyor.
Bir mekânı tasarlamak her zaman bir güç eylemidir.
Ancak bu güç, tasarımcıyı mekânın yaşayan tasarımındaki tek göz haline getirmemelidir.
Kullanıcının daha içinde yaşamadan önce tasarım yoluyla olası ihtiyaçlarını hayal etmesine, öngörmesine ve hazırlamasına izin vermelidir.
Siz onlarla tanışmadan önce. Ki çoğumuz bunu asla yapamayız.
Etik soru, bu gücün özgürleştirici mi yoksa dikte edici mi olduğudur.