Bu makale, DOK Mimarlık Dergisi’nin bu sayısında yer alan makalenin bağımsız versiyonudur. Derginin tamamına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz:
Bizi kurtarmasını, hizmet etmesini ve hikayeyi tamamlamak için insanlara yer bıraktığımız binalar.
Herkes bir mimari eserden bir şeyler bekler. Bazıları onu kurtarıcı olarak görür. Bazıları içinse doğuştan gelen bir hak. Günde iki kez yürüdüğünüz sokak, başka biri için sadece orada durup, onu mümkün kılan binayı ve kültürü görmek için bir rüya olabilir.
Binalardan ayakta durmaktan daha fazlasını yapmalarını istiyoruz.
Onlardan bizi korumalarını, ilham vermelerini ve hatta kim olduğumuzu tanımlamalarını istiyoruz.
Tasarımcılar olarak, yaratıcılığın doğduğu yerde yaşaması gerektiğine inanıyoruz.

Ama onu yaşamadan, hissetmeden, onunla etkileşime girmeden bağlamı nasıl bilebiliriz?
Bağlam tek bir paragraf değildir, hava durumu, ritüeller, otobüs saatleri, yağmur kokusu,
komşuların tartışma ve barışma şekli.
Norveç’in renkli evlerine bir göz atalım.
Bunlar bir tasarım projesi mi yoksa bir topluluğun yaşam alanı mı?
Belki de daha iyi bir soru, neyi korumaya çalıştığımız ve neyi iyileştirmeye cesaret ettiğimizdir.
Bir yaratım hepimizi kucaklayabilir, tıpkı Kurtarıcı İsa Heykeli gibi, ya da kucaklayabilir günlük hayatı.
Son sayımızda ele aldığımız Brutalist konutlar gibi.
Bu, bizim hafızayla hesaplaşmamızı sağlayabilir, tıpkı Berlin Yahudi Müzesi gibi.
Uydular ve ISS gibi, uzak mesafelerden konuşmamızı sağlayabilir.
Bazen kaldırımdaki bir çay masası, sessizce sokağı canlı tutar. Anlamı belirleyen ölçek değil, kullanımdır.
Kurtarıcı İsa Heykeli Paul Landowski, Heitor da Silva Costa, Albert Caquot, Gheorghe Leonida 1922-1931
Öyleyse, gereksinimler açık olduğunda bir binaya bir görev atamalı mıyız, yoksa halkın zamanla anlamını bulmasına izin mi vermeliyiz?
Otobüs durakları sahneye dönüşüyor.
Merdivenler şehir meydanlarına dönüşüyor.
“Artık” alan çocukluk haline gelir.
Tasarımcılar olarak, her yönü kontrol etmek, senaryoyu sabitlemek için cazip hissediyoruz.
Ancak gerçek mimari bir kukla değildir. Bir katılımcıdır.
Ve bu da tek dürüst beklentiye geri dönüyor.
Kontrolsüz bakım.
Biz sonları değil, başlangıçları düzenleriz. Çerçeveler, eşikler, izinler belirleriz.
Şehir ve halkı cümleyi tamamlıyor.
Bir eser gerçekten yaratıcı bir varlık ise, yeni doğmuş bir çocuk gibi kullanıcılarını öğrenerek, bizim tahmin edemeyeceğimiz roller üstlenerek, sıfırdan kendi konumunu oluşturmalıdır.